Hikâyemiz 12’nci yüzyılda geçiyor. Hikâye kahramanlarımız Ber ve Pohlevan isminde iki tane Müslüman ile bunların bulunduğu bölgede yaşayan Hanuri isimli bir Budist.
Ber ve Pohlevan Horasan Eyaletine yakın bir alanda, Müslüman iki ailenin çocukları olarak dünyaya geldiler. Küçüklük çağlarında ailelerinden aldıkları İslami bilgiler onları tasavvuf ve maneviyata itti. Yaşadıkları yerlerde bulunan medreselere gittiler, kutsal kitaplarını öğrendiler ve ibadetlerini yaptılar. Daha da büyüdüklerinde Ber daha farklı eğitimler almak üzere Horasan Merkezine gitti. Pohlevan orada kaldı ve babasının yanında eğitim gördü. Ber, daha sonra İran taraflarında bulunan Kazvin Eyaleti’ne gitti. Burada bazı ilim âlimleri ile tanışsa da bütün bunlar ona yeterli gelmedi. Daha sonra Kum Eyaleti’nde doğan ve tarihte adı Haşhaşiler olarak anılan insanları yetiştiren Hasan SABBAH’ın talebeleri ile tanıştı. Bir süre Hasan SABBAH’a ait yurtlarda kaldı (M.S. ..99).
Ber, Hasan SABBAH tarafından yetiştirilen Haşhaşilerin Selçuklu Sarayından çaldığı sorular sayesinde Selçuklu Devleti’nde bir medresede göreve başladı. Kader o ki çocukluk arkadaşı Pohlevan da bu medresede çalışmaya başlamıştı. Pohlevan’ın babası olan Koca Pohlevan da bu medresede ilim öğreten bir hoca olarak çalışıyordu. Gel zaman git zaman Koca Pohlevan, Ber’in hocası oldu, onu eğitmeye ve bulunduğu medresede daha üst görevlere getirmek için çalışmalara başladı. Birbirleri ile konuşmaları devam ederken hepsi Hasan SABBAH’a biat ettiklerini öğrendiler. Biat ettikleri Hasan SABBAH’ın düşüncelerinin sergilendiği, öğretilerinin anlatıldığı “sabbet toplantılarına” katıldılar. Genellikle medresenin bulunduğu eyaletin batı kısmında bulunan Çaal Mağarası yolunda yer alan ve Hititlerden kalma eski bir tütün fabrikasında toplandılar. Ber toplantıların atmosferinden öyle etkilenirdi ki bazen koskoca adam hüngür hüngür ağlardı.
Gel zaman git zaman Müslüman olarak tüm yükümlülüklerini yerine getiren bu iki arkadaş Hac ibadetlerini yapmak istedilerse de Selçuklu Devleti’nden kabeye gidecek hacı adayı sayılı olduğu için bir türlü bu isteklerini yapamadılar. Çalıştıkları medresede Hasan SABBAH’ın öğretileri ve o dönemde Selçuklu Devleti’nin başkenti olan Nişabur’da önemli bir görevde olan Hıstarfa VIRANKLIM sayesinde Ber daha iyi görevlere getirildi. Yine Ber’i çok seven ve insanlara yaptıkları ile iyi adı duyulan Varyemez isimli bir hocanın da Ber’in yükselmesinde yardımı tartışılmazdı. Kaldı ki Varyemez’in Hasan SABBAH’la ilişkisi bilinmekte ve bu ilişkiye ait bilgi ve belgeler Devlet kayıtlarında bulunmaktadır. Gelelim şu Hac meselesine; Hikâyemizin başında anlattığımız Hanuri isimli Budist’in de tek hayali Hindistan (Bodh Gaya)’a gidip Buda’yı ziyeret etmekti. Bu amacını gerçekleştirmek için yıllarca çalışan Hanuri tüm parasını harcayarak ve yürüyerek bu ziyaretini gerçekleştirdi ve dönüş yolculuğunda veba hastalığına yakalanarak öldü.
Bizim iki münafık ise Selçuklu Devleti’nin Hicaz Bölgesinde bulunan bir devlet görevine kendilerini yazdırdılar. Devlet sayesinde buraya giderek, daha önceden ilişki kurdukları Haşhaşiler’in yardımlarıyla Mescid-i Haram’a giderek kendilerince Hacı oldular.
Şimdi sorarım sizlere Ya eyyuhennas! Veba hastalığından ölen ve ölüsü leş gibi kokan Hanuri mi daha pis kokar, yoksa Allah’ı kandırdığını sayan bizim münfıklar mı?
Kaynak: Ütopik Düşünceler ve Tarihi Alıntılar.
Yorumlar (3)
Özgür Savaş
Ekim 9, 2024 at 17:57İmamoğlu yolundan giden Kıbrıs’tan sahte diploma almaya çalışan senin gibi münafık daha pis kokuyor aşağılık herif. Doktorlara taşıdığın rüşvetler mi seni bir yere getirecek zannediyorsun? Bir defa aldığın eğitim ortada seviyen belli.. ona buna dil uzatmaya kalkma.. gördüğüm yerde suratına tüküreceğim. O zaman bu yorumu kimin yazdığını anlayacaksın.
Atilla İMAMOĞLU
Kasım 5, 2024 at 14:07Yorumunuzu yazalı yaklaşık bir ay oldu Özgür SAVAŞ. Yüzüme tükürmek için karşıma çıkacağın günü bekliyorum klavye delikanlısı.
Hasan erol
Haziran 11, 2024 at 17:18Çok güzel bir bir yazı elinize emeğinize sağlık